Atlarla Koçluk Blog

Atlarla Koçluk Blog

Öğrenilmiş Çaresizlikler

Etiketler:, , , , , , , , blog, Genel, News, timeline No comments
featured image

İnsanların hayvanlardan öğrenebileceği çok şey olduğunu düşünen birisi olarak, aramızdaki farklılıklar hep çok ilginç gelir bana. Kendi kendisinden şüphe eden hiç bir hayvan yoktur mesela.Veya bir an için bile olsa kendisine acıyan, acımakla vakit kaybeden. Biz insanlar da bu davranış alışkanlıklarına sahip olarak doğmuyoruz aslında ama daha adımızı bile söyleyemezken kendimizden şüphe etmeyi öğrenmiş oluyoruz.

Bu tarz öğrenilmiş çaresizliklerimizin ana nedeni, hayvanlardan farklı olarak bir “ben ve diğerleri” anlayışına sahip olmamız. Kendimizi bütünün geri kalanından ayrı olarak algıladığımız ilk anda, bu ayrılık duygusunun yarattıkları ile başa çıkabilmek için stratejiler geliştiriyoruz. Sevilmek istiyoruz örneğin, sevildiğimizden emin olmak istiyoruz. Sevilmeyi ve dolayısıyla bir nevi hayatta kalmayı garantilemek için de davranışlarımızı karşımızdakinin, ilk önce de annemizin onaylayacağı şekilde düzenlemeye çalışıyoruz. Yaşamının ilk yıllarında anneyi “mutlak doğru” olarak kabul eden çocuk, annesinin yüzü iş yerindeki bir şeye sıkıldığı için bile asık olsa, kendisini suçluyor. Koşullu sevgiye maruz kaldıkça kendisinden şüphe etmeyi öğreniyor. Ve elbette koşullu sevgiye maruz kalıyor; ebeveynler de insan sonuçta, onlar da öğrendikleri kalıplarla hareket ediyorlar. Beklentileri var çocuklarının nasıl davranması, konuşması, hissetmesi, olması gerektiğine dair. Böylece biz de kıyaslamayı öğreniyoruz kendimizi o “diğerleri” ile ve yaşımız ne kadar ilerlemiş olursa olsun, hayatımızda neleri tecrübe etmiş, nelerin tecrübe edildiğini görmüş olursak olalım yine de zihnimizdeki o eleştirmen konuşmaya ve çaresizliğmizi beslemeye devam ediyor.

Bu konuda bizi kısıtlayan bir diğer fark da, hayvanlar gibi sevgi duygusunu hislerimizle algılayamıyor olmamız. Düşünün bir, karşımızdakinin duygularını anında ve güvenilir bir veri olarak algılıyor olsaydık nasıl davranırdık? Anne örneğine dönecek olursak, yüzü asık olsa da bizi sevdiğni hücrelerimizde hissediyor olsaydık, yaramazlık yaptığımız için bize kızarken bile sevildiğimizi somutmuşçasına algılıyor olsaydık, kendimizden, davranışlarımızdan bir saniye olsun şüphe eder miydik? Ya da tam tersi, sevgi adı altında, duygusal şantaj yoluyla bizi kısıtlayıcı, engelleyici davranışlara yöneltmeye veya bazı bizim için yıkıcı olabilecek düşünceleri kabul etmeye sevk eden birisinin bizi sevmediğini algılayabilseydik…

Altıncı hissimizi, sezgisel yönümüzü hayvanlar kadar doğal bir şekilde kullanmıyor ve hayatımıza dahil etmiyor olmamızın bizlere bedeli aslında çok ağır. Neyse ki hayvanlardan bunun gibi bizlere yararlı olacak becerileri öğrenme şansımız var. Örneğin atlarla koçluk seanslarında, bir atla karşı karşıya geldiğimizde, zihnimizdeki seslerin hangisi gücümüzü elimizden alan o acımasız eleştirmenden geliyor, hangisi güçlü, özgür, içsel bilgeliğimizden geliyor ayırt edebiliyoruz. Bu ayırımı yapmayı bir kez olsun öğrenince de, günlük hayatımızda bununla her karşılaştığımızda farkına varıp, davranışlarımızı, tepkilerimizi gözden geçirme şansına sahip oluyoruz. Atlarla yaptığımız çalışmalarda, sezgiselliğimizi de geliştirmeyi öğrenebiliyoruz çünkü bu yanımızı güçlendirmenin ilk adımı onun varlığının somut bir şekilde doğrulanması oluyor. Gönderdiğimiz sezgisel mesajların çok net bir şekilde algılandığını ve karşılığında bizim algıladıklarımızın da fiziksel olarak onandığını gördüğümüzde, inanmaya başlıyoruz. Bu yetimize inandıkça ve hangisi bizim gerçekten algıladığımız, hangisi projekte ettiğimiz, ayırt etmeyi öğrendikçe de bu yönde geliştirebiliyoruz kendimizi. Böylece öğrenilmiş çaresizliklerimizden biraz daha kurtuluyor, özgürleşiyoruz.

 


 

About Sevgi D.S.

Related Posts

Add your comment